16 Ocak 2011 Pazar

3.Dil..Kim Olduğunun Bilişiyle İletişim Kurmak


Bir zamanlar ben sadece sule ‘ydim…bir insan veçhe…yaşamı şule’nin gözlerinden görür, şule’nin penceresinden bakardım yaşama…insan veçhemin korkularıyla, sevinçleriyle, hüzünleriyle, ve insan kalbimin sevgisiyle…insan kalbim; varoluşun doğasını ve her şeyin olduğu gibi olmakta olduğunun muhteşemliğini göremezdi…O durumları kendi istediği akışta yönlendirebildiği ölçüde mutlu, yönlendiremediği ölçüde mutsuzdu…insan şule; saf sevginin varolan her şeye ve herkese kabul vermek ve onları oldukları gibi sevmek olduğunu bilmiyordu. O her varlığın bir yaratıcı olduğunu ve içinde oldukları durumu da bu sebeple yarattıkları gerçeğini göremiyordu…ve işte bu yüzden, sevgiyi algılayışının bu eksik parçası yüzünden başka yaratıcılara baktığında acıyor, onları içinde bulundukları bu durumdan kurtarmak için var gücüyle çabalıyor, ve bu yüzden yorgun düşüyordu, ve neden dünya deneyiminde bu kadar yorgun olduğunu anlayamıyordu….O dünyaya bakıyordu ve acı çeken insanlar görüyordu, acının kendi bakış açısından, sevgiyi algılayış şeklinden olduğunu anlayamıyordu. İnsan veçhe şule saf sevginin her bir yaratıcının deneyimlerine ve seçimlerine kabul vermek olduğunu anlayamıyordu. Ve bu yüzden de kurduğu iletişimler de bu düzeydendi…bir başka varlıkla iletişim kurduğunda diğer varlıktan yansıyanlar onun korkularını, endişelerini ve acılarını tetikliyordu, yansıtıyordu, ve o da diğer varlığın korkularını, endişelerini acılarını tetikliyor ve yansıtıyordu…

Ve sonra insan şule kendini bulmaya başladı, insan veçhe tanrısallığını hatırlamaya başladı, gün be gün, an be an…Kim olduğunu hatırlamaya başladı, ve kim olduğunu sandığı her şeyi de bırakmaya başladı bu yolda…

ışık olduğunu sandığı her an’da karanlığı çıktı karşına…
melek olduğunu sandığı her an’da şeytanları…
Ve nihayet öğrendi, ışığın karanlıkla bir varolduğunu, ve meleğin de şeytanla…
Nihayet öğrendi kutbiyetler dengesini…
Ve nihayet hatırladı dualite oyununun nasıl yaratıldığını…
Ve nihayet kabullendi dualite oyununu…

Ve kabul ettiğimde kendimi olduğum her şey olarak sevdiğimde, ve kabul verdiğimde olduğum her şeye, ben oldum…olduğum her şey…neysem o…neysem O…

ve…hatırladım 3. Dili…bunun öğrenilesi bir şey olmadığını, sadece hatırlamam gerektiğini…sadece hatırladım…3.dilin, ruhun öz dilinin bu olduğunu…bir başka yaratıcının gözlerine baktığımda kim olduğumun bilişiyle durmayı, kim olduğumun bilişiyle bakmayı gözlerimden bir başka yaratıcının ruhuna bakmayı, ve kim olduğumun bilişiyle ellerine dokunmayı….bir başka yaratıyı sadece o olduğu için sevmeyi…3.dilimden konuşmayı öğrendim…bir başka yaratıcıyla iletişim kurduğumda hiçbirsey olmadan iletişim kurmayı…şule olarak değil, şule sadece bu zaman diliminde içinde olduğum yolculuk yaptığım enerji formum, ama ben onunla bedenleyen, deneyimleyen bilincim…Bir başka yaratıcıyla ileşitim kurduğum her seferinde saf doğam oldum,
“Şu an ben şule bedeninde dünya realitesini deneyimleyen bilincim, ve sen de kendi kimlik imzanla dünya realitesine deneyimleyen bilinçsin…”
Bunun muhteşemliği aktı o yaratıcının gözlerine bakarken içimde, ruhum o anlarda bu öz hisle genişledi , kalbim, bedenimin her hücresini saran bu muhteşem hisle sanki sevgiyle yıkandı…gözlerimden yaşlar aktı…bir başka yaratıcının gözlerine baktığımda, yaptığı yolcuğu hissettim, hislerimle gördüm…dünya deneyimine kadar, onu bu yaşama getiren yolu, ve onu şu an benim karşıma getiren yolunu…ve başka yaşamlardan tanıdığım, başka isimlerle tanıdığım, başka görüntülerle tanıdığım bir yaratıcı karşımda yine, yeniden bambaşka bir isimle, başka bir görünümle duruyor, ve gözlerime bakıyordu….ve ben bu hisle huşu içinde, gözyaşları içinde,yolumuzu buluşturan bu ana şükran duyuyordum, bir kez daha varoluşun doğasına, muhteşemliğine aşık oluyordum…ve bir kez daha anlıyordum ki, bu 3.dil, bu tanrısal dil, bu hislerle akan, kelimelere ihtiyaç duymayan, zamanın, mekanın, tanımların, sınırların, kimliklerin ötesinde olan…bu öz’ün, öz’le buluşması…bu birliğin iki bireysel ifadesinin birbirine yeniden bakıp, kendini o yansımada görmesi, ve yeniden aşık olması…gözyaşları içinde yeniden kucaklaşması…öz’ünü hatırlaması, saf doğasını hatırlaması…kelimelere gerek duymadan, akan o hisle, sadece kucaklaşması…

“KİM OLDUĞUMU BİLİYORUM, BEN YARATICIYIM…VE KİM OLDUĞUNU BİLİYORUM…SEN DE YARATICISIN….VE İŞTE BURADAYIZ, İŞTE DÜNYADAYIZ, BU MUHTEŞEM OYUN ALANINDA… VE GÖZLERİNDEN YANSIYAN RUHUNA BAKMAK, VE SANA DOKUNMAK…NE MUHTEŞEM….”

Bu dokunuş, müzik gibi; ruhun en derinlerinden akarak genişleyen, ve bu dokunuş masalsı; ruhu alıp varoluşun tüm boyutlarını gezdiren…işte bu melek dokunuşu, işte bu tanrısal dokunuş…ve işte bu dokunuş beni tüm hücrelerimde sevgiyle titreterek ağlatan…kim olduğun bilişi…varoluşun muhteşemliği…

İnsan veçhemin ismiyle…sule devekaya
Ve öz’üm…BEN BEN’İM…ve sizin özünüzde öyle…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder