16 Ocak 2011 Pazar

22 Nisan Dünya Günü Hakkında...Terra'ya...


Sevgili aile,
Bugün 22 Nisan…ve bugün Dünya Günü…1969 yılında John McConnell tarafından Unesco konferansında gündeme taşındığından bu yana kutlanıyor…Terra’nın/Dünya’nın bizi bedenleyen muhteşem lady gaia’nın güzelliğini korumak için dünya bugün neler yapabileceğini konuşuyor…
Dünyada yaşayan varlıklar, bugün, 22 Nisan Dünya gününde bu güzel gezegendeki küresel iklim değişikliklerini, ozon tabakasında meydana gelmiş sorunlara nasıl çözüm bulunabileceğini, enerjideki sıkıntıları konuşuyor…kısaca dünyanın şu an içinden geçtiği değişimlere bakıyor, dünya insanı kendisiyle yüzleşiyor…dünya insanı sorumluluğunu alıyor…
Ve biz kendimizle yüzleşiyoruz yolculuğumuzda, realitemizin tüm sorumluluğunu almayı hatırlıyoruz gün be gün, an be an…
Biz bugün birlikte, Dünya gününde dünyaya bir armağan sunabiliriz birlikte…sevgiyle toplanmış Kryon grubun dünyada bedenlenmiş üyeleri olarak…
Saf sevginin ne olduğunu hatırlayarak sunabiliriz bu potansiyeli dünyaya…saf sevgi sessizdir, gündemi yoktur…saf sevgi değiştirmeye çalışmaz, her şeyi ve herkesi olduğu gibi, ve varolduğu gibi sever ve varoluşunu onurlandırır. Saf sevgi/kaynak/yuva/birlik …adına ne demek isterseniz iyi yada kötü olarak yargılamaz, onun için sadece deneyim vardır. Tüm deneyimlere izin verir, birine iyi demediği için, diğerine de kötü demez, yargı yoktur…deneyim vardır…işte bu yüzden saf sevgi/kaynak, bizim ait olduğumuz, ondan varolduğumuz, bireysel ifadeleri olduğumuz BİR’lik; dünyadaki tüm deneyimlere kabul vermiştir…Dünyada güzellik dediğimiz şeylere, barışa, ve dünyada kötülük dediğimiz şeylere yani savaşa…Çünkü kaynak/yuva ışık ve karanlığın bir enerjinin iki kutbu olduğunu bilir…Ve her türlü deneyime kabul verebilmek bir varlığın öz’üne, kaynak sevgisine, saf sevgiye dönmesidir…işte bu yuvadır…işte bu sevgi bilinç hali aradığınız yuvadır…
Dünyamızdan yansıyan neyse bizim içsel hislerimizin yansımalarıdır, hepimizin bildiği gibi…
Bu basit ve temel spritüel fizikten yola çıkarak belki şu an dünyadaki deneyimlenen tüm oyunlara kaynağın gözünden bakabiliriz…
Ve sonra dönüp kendi dünyamıza bakabiliriz; dünyadaki savaşın acımasız olduğunu mu düşünüyorsunuz, insanların birbirlerini öldürmelerinin, kan dökmenin…
İçimize bakalım mı? En sevdiklerimizle savaşımız bitti mi? Yoksa bir ışıkişçisi olduğumuz için, onların okumadığı spritüel kitapları okuduğumuz ve sevgi bilinci hakkında duyduklarımız, bildiklerimizden yola çıkarak şimdi de ışığın savaşcısı mı olduk?
Savaş; iki tarafın haklı olduğu savıyla birbirlerine karşı üstünlük sağlamak için saldırıya geçmesi değil midir? Şimdi kendi YUVA’larımıza bakalım mı? Savaş alanı gibi mi? Eşimizle, çocuklarımızla, ailelerimizle nasıl savaşıyoruz? Ne tür silahlarla vuruyoruz kalplerini? Aldıkları darbelerle yaşlı gözlerine baktığımızda yüreğimiz biraz acıyor mu? Onları kendi istediğimiz doğrultuda her manüple edişimizin bir savaş olduğunun farkında mıyız? Dudaklarımızdan dökülen her acımasız sözün bir silah olduğunun farkında mıyız?
Ve daha önemlisi içimizdeki bu savaş bitmeden dış realitemizdeki savaşın bitmeyeceğinin farkında mıyız?
Kryon aile…Manyetiklerle çalışan üstadlar…Şimdi hatırlamak için izin verebiliriz…Manyetikler; her birimiz saf sevgiye adım attığımız her an değişir…Sizler manyetiklerle çalışanlarsınız…Dünyada olan bitene üzülerek çalışmaz bir manyetik üstad, dünyadaki bir yere uzaktan sevgi göndererek çalışmanın ötesine geçmiştir bilinci…dünyanın herhangibir savaş bölgesine sevgi gönderirken, kende deneyiminde hala savaşıyorsa bunun paradoksunun farkına varır...
Bir manyetik üstad, kendi realitesinde bırakır savaşı, kendi içinde bırakır savaşı…dünyaya en büyük armağanı böyle vereceğini bilir…
Manyetik üstadlar…Kendi içlerinde geçtikleri her dönüşümle manyetikleri değiştiren, dünyaya sevginin potansiyellerini sunan üstadlar…
Bugün 22 Nisan Dünya Günü…Gelin birlikte bu güzel gezegene Terra’ya bir armağan verelim…
Bugün dünyadaki savaşın bitmesi için niyet etmeyelim, ışık göndermeyelim, sadece kendi içimize tutalım o ışığı…
Bugün en büyük savaşlarımızı bırakalım, dünyadaki savaşın bitmesi için…
Bugün eşlerimizle savaşı bırakalım, dünyadaki savaşın bitmesi için…
Bugün çocuklarımızla savaşı bırakalım, dünyadaki savaşın bitmesi için…
Bugün ailemizle savaşı bırakalım, dünyadaki savaşın bitmesi için...
Hatırlayalım... bugün hepimizin AİLE olduğunu hatırlayalım…
Bugün içimizde bitmeyen bir şeyin dışsal realiteden yansıyacağını hatırlayalım…
İçimizde ki savaş bitmeden, dünyaya barışın gelmeyeceğini…hatırlayalım…
Bugün BİR olduğumuzu hatırlayalım…
ve öyledir…
Sonsuz sevgilerimle…
sule devekaya

Değişimlere Neden Direnç Gösteriyoruz?



Değişim evrimin doğası gereğidir. Tekamül/değişim doğaldır, enerjinin akışını sağlar, enerjinin kendini yeniden ifade etmesini sağlar, her değişim yeni ifadedir. Değişimin geldiğini hissederiz. Basittir, yaşamımızda, içsel dünyamızda bir şeyler olagelmektedir ve gerçekten de bir ...şeyler değişmektedir. İşte bu noktada biz paniklemeye başlarız, çünkü değişim bilinmeyene adım atmak gibidir. İçinde bulunduğumuz realite rahat ve konforlu alanımızdır. Ve biz aslında bu realiteyi değiştirmek istiyoruzdur, onun içinde çok da rahat değilizdir. İçimizde genişlemek üzere bir tutku duymaktayızdır. Bilgiler okuruz, kitaplar okuruz, kanallardan gelen mesajları takip ederiz, kendimizi genişletmek adına tüm bu yolları tutkuyla izleriz. Sonra bir şey olur, bir şeyler değişmeye başlamaktadır, işte burada rahatsızlık başlar içimizde. Bedenimizde bir şeyler değişmektedir, çoğunlukla bunları hastalık olarak algılarız, ağrılar başlamıştır, bazen olagelen baş dönmeleri vardır, bazen mide bulantıları…sanki şimdiye kadar hiç olmayan hafif nezle halleri olmaya başlamıştır, karıncalanmalar, kimi zaman kalbimizde hafif çarpıntılar ve zihnimizde değişimler başlamıştır, daha fazla sorgulamalar, analiz etmeler ve her şeyi en ince en ince detayına kadar düşünüp ölçüp biçmeler.

Aslında kim olduğumuzu bilmek tutkusuyla değişimi bu kadar talep etmişken şimdi değişim noktasında neden bu kadar zorlanırız? İnsan olarak bizler değişmez kalıplara, olayların başını ve sonunu görmeye çok alışığızdır. Dualitede çalışma yolumuz bu idi. Dualitede bir olayın işleyiş şeklini çözdüğünüzde, o şaşmaz bir kalıp izler, ve siz bir kez o yolu bulduğunuzda aynı yoldan devam edip gidebilirsiniz, bu da bir konfor alanı sağlar. Geceden sonra gündüzün olması gibi. Düşünsenize gece ve gündüzler karışsaydı, ve her gün için farklı periyodlar çizselerdi, insanlığın tümü çıldırırdı. Buna kıyamet zamanları denilir ve insanlık hala kıyametin gelişinden korkar, kıyamet değişim zamanlarını işaret eder, ve şu an değişim, hem de tüm olanın tarihinde hiç görülmemiş muazzam bir değişim yaşanıyor, sadece önceden bildirilen yıkım potansiyeli artık aktif değildir, ve bunu da gerçekleştiren şu an dünyada yaşayan bilge varlıkların, ışık işçilerinin kendi içlerinde geçtikleri uyanış yolcuğudur.

insanlar değiştirmek istemedikleri kalıpları içinde çok rahatlar, kendi acılarının, dramlarının içinde rahatlar. Bunu değiştirmek istemiyorlar, evet şikayet ediyorlar, sızlanıyorlar, ama değiştirmek için hiçbir çaba göstermiyorlar. Buna çok kez şahit olmuş olmalısınız, sizin bilincinizde ki bir varlığa derdini anlatmak üzere gelen çok insan olur J dikkat ettiniz mi? Onlar size sorunlarını anlatır, anlatır, ağlar, sızlar şikayet ederler, ve siz gerçekten onların değişmek istediklerine, yani bu sorunlarına gerçekten çözüm bulmak istediklerine inanırsınız. Ve onlara yollar önerirsiniz kendi perspektifinizden, hangisini ciddiye alırlar, ve hayatlarında sorunlarına önerdiğiniz bu yolu ışık tutmak üzere kullanırlar? Sanırım hiçbirisini, genelde onlara önerdiğiniz tüm olası çözümler için yaklaşımları şu tarzda olur, “ama ben onu denedim, ama, bunun hiçbir faydası olmadı…bunun bir faydası olacağına inanmıyorum…sen beni anlamıyorsun” :)
çünkü değişim istemiyorlardır, onlar sadece anlatmak istiyorlardır, ve bu tarz sohbetlerin sonunda kendinizi nasılda tükenmiş enerjniz bitmiş hissettiğinize dikkat ettiniz mi? (bunu gördükten sonra kendi deneyimimde değişimi istemeyen insanlara saygı duymayı, ve onlarla enerjimi tüketmemeyi öğrendim :)

Ancak değişim doğaldır, enerjinin doğal devinimidir, enerji dönüşmelidir, tek bir kalıpta tutulamaz, tek bir forma hapsedilemez, ve tanrı genişlemek, ve ifade etmek ister. Enerjiyi tutamazsınız. Eski enerjide beden değişimin geldiğini hisseder, ve bir tür savunma oluşturur. Bir tür savaş. Düşünün, tıp dünyası tüm hastalıklara savaş ilan etmiştir öyle değil mi? hastalıkların çözümün o parçayı kesip atmak olduğunu varsayar, ve bağışıklık geliştirme üzerine odaklıdır. Bağışıklık geliştirmek için de vücuda o hastalığa ait mikrop verilir, ve vücud onunla savaşır, ve o mikrobu tanımış olur ki tekrar karşı karşıya gelirse düşmanı bilsin ve ona göre hareket etsin :)
Oysa ki hastalık olarak ortaya çıkan enerji sadece sıkışmış bir enerjidir, doğal olarak dönüşmek üzere ortaya çıkacaktır. Beden onunla savaşmak ister, eski enerji yolu böyledir. Bir şekilde onu durdurmaya çalışır, çünkü eski enerjide iş görmeye alışmış olan beden bilinci ortaya çıkan, yani salınıverilen bu enerjiyi ne yapacağını bilemez. Zihinde analiz etmek, onu anlamak, ölçmek, tartmak biçmek isteyecektir.

Dualite böyle iş görür, ve bu da çok doğaldır, ve dualitenin doğası gereğidir. Çünkü beden ve zihin sizin oluşturmuş olduğunuz kimliği korumaya çalışmaktadır, bunu böyle programladık. Onlar sadece onlara verilen bir görevi yerine getiriyorlar, kimliği, öyküyü korumaya çalışıyorlar. Ve görevi onlara veren de sizsiniz. Ve şimdi çalışma şekli değişmiştir, ancak beden ve zihin hala öyküyü, kimliği korumaya devam etmektedirler. Çok çok doğal bir şekilde, görevlerini yerine getirmektedirler.Ve değişime direnç gösteriyorlar, ve bunu nasıl hissediyoruz, bedenimizde ağrılar, yorgunluk, zihnimizde kaybolmuşluk ve bir tür yönsüzlük hissi olarak.

Şimdi değişimlere direnç gösterme, değişimleri engelleme noktasına buradan tekrar bakalım.Bedenimiz bu boyutta olmamızı, kendimizi 3b denilen dünya realitesine demirlememizi sağlayan aracımızdır. Zihnimizde verileri topladığımız depoladığımız aracımızdır. İkisi de bize hizmet verir.Ancak biz değişimlere direnç gösterenin zihnimiz olduğunu düşünürüz. Ve hep zihnimizle mücadele ederiz. Onunla savaşırız. Ancak değişimlere direnç gösteren aslında insan veçhemizin yaşam enerjisi, ruhudur. Biz dünya ilk gelişimizde 4 araçla gelmiştik,
1. beden
2. zihin
3. ruh
4. dei un gnost (dei un gnost, yaratıcı biliştir, ve atlantisde gitmiştir, biz gitmesine izin verdiğimiz için, dünya dünyayı yaratıcı biliş olmadan deneyimlemeyi seçtiğimiz için gitmiştir ve şimdi sizin o parçanız tekrar ve yenilenmiş haliyle gelmek istiyor)

Ve ruh, özümüzün bu yaşam deneyimine, bu kimliği verdiği yaşam enerjisidir. Bir ruhumuz (sprit) vardır, ve bizim bir de özümüz (soul) vardır. Kendimden örnekleyerek anlatmak istiyorum, benim bir ruh enerjim var, o sule olarak 1973 yılında dünyaya geldi, özüm ona enerjisinden bir ruh enerjisi verdi, yaşam enerjisi…ve şule enerjisi, şule olan ruh enerjisi yolculuğuna başladı. Şule’nin özü, onun yaşam deneyimi için potansiyeller oluşturmuştu, ancak onu özgür bırakmıştı. Şule’nin özünün bu yaşamda koymuş olduğu en tam ve bütün potansiyel şule’nin bedeninde olmuş olduğu tümü birleştirmekti, tam ve bütün olmak, olduğu her şey olmak, varlığını ifade etmek… Ve şule bir arayışa başladı, kim olduğunu bilmek istiyordu, ve her adımda özüne daha da yaklaşıyordu. Şule’nin ruhu, özü tarafından ona armağan edilmiş yaşam gücü enerjisidir.Öz ise, şimdiye kadar gerçekleştirdiğimiz, olduğumuz, ve düşündüğümüz her şeyin, tüm deneyimlerin, olmuş olan ve olacak olanların toplamıdır, tümüdür. Şule kendi yaşam gücü enerjisine sahipti, ve uyanışla birlikte özüne bağlanmaya başladı, ve özüyle birleşmeye başladı. Ve bunu yaparkende değişimler peş peşe, peş peşe geldi. Çünkü olduğu tüm olarak, özünü bu bedende birleştirebilmesi için, şule olan yaşamında olduğunu sandığı her şeyi bırakması gerekti. Bazen neden bu kadar zorlu deneyimlerden geçtiğini anlamadı, bazen neden her şeyin elinin altından çekiliyor göründüğünü anlamadı, ama kalbinde özünün sesini duyuyordu, ve o olduğunu sandığı şeyleri bıraktı, değişime izin verdi. Ve özüyle bütünleşti ve bu yüzden ben sadece yaşam enerjisi olan şule değilim, ben şule olan ve olmuş olduğum tüm geçmiş yaşamların, düşüncelerin, yaratıların, ve deneyimlerin, ifade edilmiş ve ifade edilmemiş potansiyellerin toplamı olanım, ben o benim…

Yani değişime direnç gösteren insan veçhenin yaşam enerjisidir, çünkü kimliğini korumak ister. Çünkü o kimliğine yatırım yapmıştır, yıllarca kendini bu kimliğin içinde ifade etmiştir. Ve onu korumak ister, çünkü inançları, düşünceleri, kendini örneğin şule, kendini şule olarak bildiği, inandığı, düşündüğü şeyler dağılırsa, kendine ait hiçbir şey kalmayacağını, kaybolacağını sanır. ayrıca ruh, Alan’a belli sekilde ve yollardan bağlanmaya alışıktır. Kendini bu yaşam olarak bildiğinden beri Alan’a hep bildiği ve izlediği yoldan bağlanmıştır. Ve şimdi bu bağlantılar değişim göstermektedir. Ve o da artık eski bağlantılara sahip olmadığının farkındadır. (bağlantılar değişmiştir, rehberlerle olan bağlantılar değişmiştir, şeyleri yaptığı yoldan elde ettiği sonuçlar değişmiştir, aslında artık eski yolları kullandığında hiçbir sonuç elde edememektedir, çünkü artık alanla olan bağlantı şekli değişmeye başlamıştır.) ve ruh şaşkındır, üzgündür, kızgındır, ve biraz da inatçıdır, hala eski yollardan bağlanmayı deneyecek kadar inatçı. Ve o bu yaşamda kim olduğuna uyanırken zor, gerçekten zor bir uyanış yolculuğundan da geçmiştir, travmalar almıştır ve en önemlisi kendine olan güvenini kaybetmiştir.

Peki ruhu nasıl şifalandırırız? İnsanlar bu noktada kendilerinin dışında bir şeyin gelip onunla bütünleşeceğine ve her şeyi bir sihirli değnekle dokunulmuşcasına dengelenivereceğine inanma eğilimindeler.

Oysa bunu yapacak olan SİZSİNİZDİR. Bu yüzden bu yaşam çok değerli, ve “O” yaşamdır. Bu yaşamınızın potansiyelidir, ruhunuzu, özünüzü, olduğunuz her şeyi, parçalanmış her şeyi burada birleştirmek. Çünkü siz olduğunuz ruhunuzun, özünüzün hepsinin toplamını taşıyorsunuz. Bunu nasıl yaparız? Ben kendi deneyimlerinden bunu yollarını paylaşıyorum…Ruhunuzla konuşun, ona değişimlerin doğal olduğunu, ve bundan korkmaması gerektiğini söyleyin, ona kimliğinin çözülüp kaybolmayacağını sadece genişleyeceğini söyleyin.Ve biz genelde günlük yaşamda insanlarla olan sohbetlerimizde kendimizi ve değerimizi küçültmek, yada başka adıyla tevazu göstermek mütevazi olmak eğilimindeyizdir. Ve bu ruhumuzun kendini küçük, bastırılmış, ve değersiz hissetmesine sebep olur. İnsanlarla olan sohbetlerinizde ruhunuzu yüceltin ve farkı izleyin. Onların sizin övündüğünüzü düşünmesinden korkmayın, siz bu bilinç noktasını çoktan geçmiş bilge bir varlıksınız. Artık kendi öz değerinize sahip çıkın, ve insanlara bunu söylemekten çekinmeyin, bilge bir varlık olduğunuzu, yada kalbinizde hissettiğiniz neyse, kendinize ait olumlu özellikleriniz neyse, kalbinizde sizde olduğunu bildiğiniz, ama hiç söylemediğiniz o şeyleri söyleyin, bırakın dökülsünler dudaklarınızdan, onları ifade etmek istiyorsunuz değil mi? İfade edin, bu çok çok doğaldır, ruh ifade etmek ister, tanrı ifade etmek ister.

Ve içinizde sıkışmış olan enerjileri dönüştürmek için, bastırılmış ve sıkışmış olanları…Şimdi derin bir nefes alın…ve sonra onları bırakın gitsinler…bu kadar basit. Tüm şıkışmış enerjilerinizi önce nefesle içinize çekin, tümüyle çekin, tümüyle bedenleyin, hiç dışınıza atmadan, ve sonra nefes verin, verin gitsinler…
nefesle bedenlemeye başladığımızda tüm sıkışmış enerjiler gelir, ve nefes içine almaktır, hissetmeye izin vermek bir şeyi dışardan almak ve tam içine getirmektir. ve enerjiyi nötr hale getirmenin yolu da içinize almaktır. yuvadan ayrılıştan şimdi anına kadar yapılandırmış olduğunuz enerjiler size geldiğinde yüklenmiş oldukları enerji kalıplarını hissettireceklerdir size, ve bu da bildiğiniz gibi pek de keyifli değildir, ağırlık, keder, hüzün, yorgunluk, sıkışmışlık, öfke, kızgınlık ...hissettirler...ancak bu enerjileri dönüştürmenin yolu da nefesle içinize almak, yani bedenlemektir...bu basittir,ancak yapılandırdığınız enerjiler dönüşünceye kadar alt üst edici gibi hissettirebilir. Ve bu süreci keyifli hale getirmek ve kolaylaştırmak için, keyifli ve neşeli oyunlar oynayın kendinizle… gün içinde ne kadar gülüyorsunuz? Ruhunuz süreci, ruhsal yolu, yaşamı bu kadar ciddiye almaktan yorgun, onu eğlendirin, uyanış süreci hic de ciddi ciddi yürünmesi gereken bir süreç değildir, eğer siz öyle olmasını seçmezseniz. Eğlenceli de olabilir, hafif de olabilir. Ve özünüz sizinle birleşirken onun ciddi bilge vs gibi bu sınırlı spritüel kalıplara sahip olduğunu düşünmeyin, o insan formunda sizile buluşup eğlenmek ve yaşamın tadını çıkarmak istiyor, ve o sizsiniz, sizin insan formuna, şimdiye kadar dünya deneyimine spritüel fizik kuralları uygun olmadığı için indiremediğiniz parçanızdır. Belki onun sesini duyuyorsunuz kalbinizde zaman zaman…bu kadar zor olmak zorunda mı diyor o ses, bu kadar keyifsiz olmak zorunda mı yaşam, daha basit, daha keyifli, hayatla iç içe ve yaşamın tadını çıkaran bir yol var mı? İşte özünüzün sesidir bu, ve olmasına izin verirseniz evet bu yol vardır :)
şule devekaya
(yapılandırmış olduğunuz enerjileri salıverirken takıldığınız, zorlandığınızı hissetiğiniz durumlar olur rehberlik alma ihtiyacı hissederseniz, bunun rehberliğini sunuyorum...
sdevekaya@hotmail.com

Şimdi an’ına demirlenmek...


Oama’nın çok sevdiğim bir deyişi var, (Oama Ramtha olarak da bilinen varlıktır) “düşünmekten vazgeçip yaratmaya başlamayı öğrendim”
Bu çok önemli bir noktadır, ve arada da gerçekten fark vardır.Düşünmek, enerji kullanmaktır, ve karşımıza gelen durumlar karşısında güç kullanmaktır. İradeyle o ...durumu olmasını istediğimiz şekle getirmek için, yada gerçekten o durumdan özgürleşebilmek için, zorlamaktır. Bunu teyid edeceksiniz, bir sorun, zorlu bir durum, çözmek istediğiniz herhangi bir mesele ile karşı karşıyasınızdır, ve düşünürsünüz, hatta deyişi bile vardır, “boşa koydum almadı, doluya koydum tartmadı” yani her türlü olasılığı düşünürsünüz, ve sonuçta ne kadar yorulduğunuzu fark ettiniz mi? Sanki yerinizden kalkacak gücünüz yoktur, sanki 1 ton yükü sırtınızda taşımış gibisinizdir, ve gerçekten de farkı yoktur, enerji yorar, bir 1 ton yükü taşımakla sürekli düşünmek arasında fark yoktur. Hatta ben kendi deneyimimden düşünmenin beni cok cok daha zorladığını söyleyebilirim.

Düşüncenin ötesine geçmek, zihni genişletmek, oama’nında söylediği gibi yaratmaya başlamaktır. Zihin sizi düşünmeye itecektir, derin nefes alın, ve şimdi anına demirlenin. Şimdi tüm bu paylaşımlarla zihnimizi genişletiyoruz, düşüncenin ötesine genişliyoruz, ve düşünmek zorunda olmadığınızı fark ettiğinizde bunun ne kadar hafif ne kadar özgür ne kadar basit olduğunu keşfedeceksiniz, ve sonra yaratıcılığı paylaşmaya başlayacağız, ve yaratmanın ne kadar basit olduğunu keşfedeceksiniz. ben kendi deneyimimden nefes almayı, önceleri sadece sıkıştığım zamanlar yapıyordum, itiraf ediyorum, ne zaman takıldım, ne zaman sıkıştım, her şey üstüme yıkılmaya başladı ancak o zaman.o zaman nefesler almaya başlıyordum, ve şimdi’de olmayı hatırlıyordum. Ve sonra öyle bir noktaya geldim ki, ölüm ve kalım gibi. İşte o zaman elimde kalan tek şey sadece nefes almaktı, ve nefes aldım. Düşüncenin artık beni nasıl durdurduğunu, bloke ettiğini, yavaşlattığını anlamıştım, ama sanki takılıp kalmıştım, çıkamıyordum. Ve işte o noktada artık elimde kalan sadece nefes almaktı, ve nefes almak, ve aklıma düşünce geldiği anda yine nefes almaktan baska bir şey kalmamıştı…içimdeki sıkışmış olan tüm enerjiler öyle kısa bir zamanda dönüştü ki,bunu neden daha önce sürekli yapmadım dedim ve ben muhteşem bir şey keşfetmiştim. Yaratıcılıkla ilgili, enerjiyi hiç itmeden ve zorlamadan, yani dualiteyi kullanmadan/düşünmeden, yeni enerjiyle yaratmanın basitligini…her şey oradaydı zaten, her şey orada, niçin düşüneydim ki, niçin kendimi zorlayayıydım ki, bu eziyeti kendime niçin çektireydim ki…bunları anlamaya çalışmama gerek bile yoktu. Ve bunu bıraktığınızda anlamaya başlıyorsunuz, ilginç değil mi, paradoks gibi görünüyor ama değil.

Şimdi birlikte şimdi anına demirleneceğiz, bu bizi düşünmenin ötesine hemen ve o an’da genişletir ve bunu her an uygulayabilirsiniz. Ne kadar sık uygularsanız, zihniniz o kadar genişler, ve zihninizde tüm sorumluluğu almak zorunda kalmadığını gördüğünde çok rahatlayacaktır. Derin bir nefes alın, şimdi bu an’da tümüyle bedeninizde olun, kendinizi bedeninize demirleyin, nefes alın, ve hissedin bedeninizi, ellerinizi, gözlerinizi, tüm vücudunuzu hissedin. Oturduğunuz sandalyeyi yada koltuk hissedin, rahat mısınız, değil misiniz hissedin, tümüyle bedeninizde olun. Simdi oturduğunuz odayı fark edin, bakın tümüyle bedende olduğunuzda oturduğuz odayı, çevrenizde birileri olduğunu fark edersiniz. Tümüyle bedenlenin, etrafınızda birileri varsa farkında olun, ve sesleri duyun, çevreden gelen sesleri, dışarıdan gelen insan seslerini…geçen bir arabanın sesini, doğanın sesini…şehrin gürültüsünü…duyun, tüm sesleri duyun…Tümüyle hissetmek için izin verin kendinize, nefes alın. Bedeninizde oluşan bir ağrı varsa, yada bir rahatsızlık, hissedin, dışınıza atmaya çalışmayın. Bu şimdi anında kendinizin hiçbir parçasını dışarıda bırakmayın.

Her şey şimdi de başlar. Olduğunuz tüme, kendinize, tanrısallığınıza, ruhunuza adına ne demek istiyorsanız; ancak bu şimdi anından ulaşabilirsiniz. Tüm başka boyutlara, kristalin diyebileceğiniz yüksek bilinç boyutlarına ancak buradan ulaşabilirsiniz. Düşünerek değil, düşünerek başka boyutlara ulaşamazsınız, düşünerek olduğunuz tüm olamazsınız, ve düşünerek gerçekten yaratamazsınız.

Bu yüzden şimdi anında olun, kendinizi şimdiye çapalayın, ve bunu seçim sizindir elbette, ama sadece kendi perspektifimi paylasmak adına söylüyorum, bunu her an yapın, düşünmeyi bırakın, bırakın, her an nefes alın ve şimdi de olun, düşünceyi/zihni bilgisayarda bir program çalıştığınızda kullanın, bir hesabı aklınıza yazarken kullanın, arabanızı kullanırken kullanın, ve buna benzer şeyler için kullanın…o bunlar için programlanmıştır, onu tanrısallığınıza ulaşmak için kullanmayın, o bunu yapamaz, o bunu anlayamaz.

Düşüncenin ötesine geçtiğinizde ulaştığınız ses, tanrısallığınızın sesi, bilincinizin sesi olacaktır, ve bu sese ulaştığınızda sürekli o sesi mi dinliyorsunuz, yoksa başka seslerimi dinliyorsunuz, bedenin sesi, zihnin sesi, sürekli konuşan veçhelerin sesi….her an bunu farkındalığında olmanız gerekecektir…bu sizi tam uyanıklığa götürecektir, ve bu muhteşem sese ulaştığınızda bir daha uyumak istemeyeceksinizdir…ve bu her an tam farkındalıkta olmak demektir…
Sule devekaya

Sesini Bulmak


Yaşamın içinde yaşayan bilge bir varlık tanıdım, yıllar önce…Onu tanıdığımda ben bilgeliğin yaşama geçirilmiş bilgi olduğunu bilmiyordum henüz…Sadece hissettiğim, yaşamın gördüğümden öte görünmeyenleri olduğu, işittiklerimden öte sesler olduğu idi…hissettiğim daha fazlası olduğu idi… ben yaşamın içinde..., içimde hissettiğim tüm bu anlamlandıramadığım sorulara cevaplar arıyordum…ben kim olduğumu arıyordum, gerçekte olduğum şule’den daha öte olan gerçeğimi…Bu yüzden tanıdığım bilgenin de bilge olduğunu göremiyordum, kendimi yaşayan sıradan bir insan sandığım için, bilgenin de yaşayan sıradan bir insan olduğunu görebiliyordum sadece…

Bilge varlık bana arayışta olan bir başkasını gördüğü her seferinde “kendi sesini arıyor” derdi…ve ben durup düşünürdüm, kendi sesini aramak ne demek? Kendini arıyor demezdi, ruhunu arıyor demezdi, yüksek benliğini arıyor demezdi… “sesini arıyor” derdi… “Ses”… “Sesini aramak” ne demek, ben anlayamazdım…

Ve ben o zamanlarda kelimelerin sınırlı olduğunu bilmez, bütünlüğü ifade etmekte yetersiz olduğunu bilmezdim, bilginin sadece bilgi olduğunu hiç bilmezdim…Bana bilgiyle konuşan herkesi bu yüzden bilge sanırdım…bilginin sadece öğrenilen olduğunu, bilgeliğin ise yaşama geçirilmiş bilgi, deneyimlenmiş bilgi olduğunu, yaşamın içinde varlığın tüm düzeylerinden özümsenmiş olduğunu, ve bilge bir varlığın bilgiyi hiç aktarmasa da varoluşun, OL’uşunu olduğu gibi, basit, yalın, neyse o olarak ifade edebilen olduğunu…

ben kendimin bütünlüğüne ulaşıncaya kadar da bilge varlığın yaşamın içindeki akışına bakıp, benim bilgiyle ulaştıklarımın, onun doğal hali olmasına şaşırırdım…Ve o sanki bana bir düzeyden hatırlatmak ister gibi, aynı şeyi söyledi bana yıllarca… “sesini arıyor”Bilge varlık bana başını göstererek şöyle derdi “ben günün 2 saati burada yaşarım, yaşamımda gerekli olduğu kadar…” ve bilge varlık bana kalbini göstererek şöyle derdi “günün geriye kalan zamanında ise burada yaşarım” Söylemesine bile gerek de yoktu zaten, onu yaşarken görür izlerdim…gerçekten de öyleydi…ve ben onun insan maskesinin ardında yatan bilgeyi hala göremezdim…

Maskelerin ardında gizlenen bilgeleri görebilmem için, kendi maskelerimi atmam gerekti…kendi maskemin altında yatanı görebildiğimde, bilgeyi tanıdım…

İşte o zaman anladım “sesini aramanın” ne demek olduğunu…kendi sesimi bulduğumda…gerçek sesim olduğumda…

Bilge varlık…yaşayan üstad…neyse o olan…beni gerçek sesime götüren tüm hatırlatmaların için şükranlarımla…
varlığına duyduğum sonsuz aşk ve hayranlıkla…
sule devekaya

3.Dil..Kim Olduğunun Bilişiyle İletişim Kurmak


Bir zamanlar ben sadece sule ‘ydim…bir insan veçhe…yaşamı şule’nin gözlerinden görür, şule’nin penceresinden bakardım yaşama…insan veçhemin korkularıyla, sevinçleriyle, hüzünleriyle, ve insan kalbimin sevgisiyle…insan kalbim; varoluşun doğasını ve her şeyin olduğu gibi olmakta olduğunun muhteşemliğini göremezdi…O durumları kendi istediği akışta yönlendirebildiği ölçüde mutlu, yönlendiremediği ölçüde mutsuzdu…insan şule; saf sevginin varolan her şeye ve herkese kabul vermek ve onları oldukları gibi sevmek olduğunu bilmiyordu. O her varlığın bir yaratıcı olduğunu ve içinde oldukları durumu da bu sebeple yarattıkları gerçeğini göremiyordu…ve işte bu yüzden, sevgiyi algılayışının bu eksik parçası yüzünden başka yaratıcılara baktığında acıyor, onları içinde bulundukları bu durumdan kurtarmak için var gücüyle çabalıyor, ve bu yüzden yorgun düşüyordu, ve neden dünya deneyiminde bu kadar yorgun olduğunu anlayamıyordu….O dünyaya bakıyordu ve acı çeken insanlar görüyordu, acının kendi bakış açısından, sevgiyi algılayış şeklinden olduğunu anlayamıyordu. İnsan veçhe şule saf sevginin her bir yaratıcının deneyimlerine ve seçimlerine kabul vermek olduğunu anlayamıyordu. Ve bu yüzden de kurduğu iletişimler de bu düzeydendi…bir başka varlıkla iletişim kurduğunda diğer varlıktan yansıyanlar onun korkularını, endişelerini ve acılarını tetikliyordu, yansıtıyordu, ve o da diğer varlığın korkularını, endişelerini acılarını tetikliyor ve yansıtıyordu…

Ve sonra insan şule kendini bulmaya başladı, insan veçhe tanrısallığını hatırlamaya başladı, gün be gün, an be an…Kim olduğunu hatırlamaya başladı, ve kim olduğunu sandığı her şeyi de bırakmaya başladı bu yolda…

ışık olduğunu sandığı her an’da karanlığı çıktı karşına…
melek olduğunu sandığı her an’da şeytanları…
Ve nihayet öğrendi, ışığın karanlıkla bir varolduğunu, ve meleğin de şeytanla…
Nihayet öğrendi kutbiyetler dengesini…
Ve nihayet hatırladı dualite oyununun nasıl yaratıldığını…
Ve nihayet kabullendi dualite oyununu…

Ve kabul ettiğimde kendimi olduğum her şey olarak sevdiğimde, ve kabul verdiğimde olduğum her şeye, ben oldum…olduğum her şey…neysem o…neysem O…

ve…hatırladım 3. Dili…bunun öğrenilesi bir şey olmadığını, sadece hatırlamam gerektiğini…sadece hatırladım…3.dilin, ruhun öz dilinin bu olduğunu…bir başka yaratıcının gözlerine baktığımda kim olduğumun bilişiyle durmayı, kim olduğumun bilişiyle bakmayı gözlerimden bir başka yaratıcının ruhuna bakmayı, ve kim olduğumun bilişiyle ellerine dokunmayı….bir başka yaratıyı sadece o olduğu için sevmeyi…3.dilimden konuşmayı öğrendim…bir başka yaratıcıyla iletişim kurduğumda hiçbirsey olmadan iletişim kurmayı…şule olarak değil, şule sadece bu zaman diliminde içinde olduğum yolculuk yaptığım enerji formum, ama ben onunla bedenleyen, deneyimleyen bilincim…Bir başka yaratıcıyla ileşitim kurduğum her seferinde saf doğam oldum,
“Şu an ben şule bedeninde dünya realitesini deneyimleyen bilincim, ve sen de kendi kimlik imzanla dünya realitesine deneyimleyen bilinçsin…”
Bunun muhteşemliği aktı o yaratıcının gözlerine bakarken içimde, ruhum o anlarda bu öz hisle genişledi , kalbim, bedenimin her hücresini saran bu muhteşem hisle sanki sevgiyle yıkandı…gözlerimden yaşlar aktı…bir başka yaratıcının gözlerine baktığımda, yaptığı yolcuğu hissettim, hislerimle gördüm…dünya deneyimine kadar, onu bu yaşama getiren yolu, ve onu şu an benim karşıma getiren yolunu…ve başka yaşamlardan tanıdığım, başka isimlerle tanıdığım, başka görüntülerle tanıdığım bir yaratıcı karşımda yine, yeniden bambaşka bir isimle, başka bir görünümle duruyor, ve gözlerime bakıyordu….ve ben bu hisle huşu içinde, gözyaşları içinde,yolumuzu buluşturan bu ana şükran duyuyordum, bir kez daha varoluşun doğasına, muhteşemliğine aşık oluyordum…ve bir kez daha anlıyordum ki, bu 3.dil, bu tanrısal dil, bu hislerle akan, kelimelere ihtiyaç duymayan, zamanın, mekanın, tanımların, sınırların, kimliklerin ötesinde olan…bu öz’ün, öz’le buluşması…bu birliğin iki bireysel ifadesinin birbirine yeniden bakıp, kendini o yansımada görmesi, ve yeniden aşık olması…gözyaşları içinde yeniden kucaklaşması…öz’ünü hatırlaması, saf doğasını hatırlaması…kelimelere gerek duymadan, akan o hisle, sadece kucaklaşması…

“KİM OLDUĞUMU BİLİYORUM, BEN YARATICIYIM…VE KİM OLDUĞUNU BİLİYORUM…SEN DE YARATICISIN….VE İŞTE BURADAYIZ, İŞTE DÜNYADAYIZ, BU MUHTEŞEM OYUN ALANINDA… VE GÖZLERİNDEN YANSIYAN RUHUNA BAKMAK, VE SANA DOKUNMAK…NE MUHTEŞEM….”

Bu dokunuş, müzik gibi; ruhun en derinlerinden akarak genişleyen, ve bu dokunuş masalsı; ruhu alıp varoluşun tüm boyutlarını gezdiren…işte bu melek dokunuşu, işte bu tanrısal dokunuş…ve işte bu dokunuş beni tüm hücrelerimde sevgiyle titreterek ağlatan…kim olduğun bilişi…varoluşun muhteşemliği…

İnsan veçhemin ismiyle…sule devekaya
Ve öz’üm…BEN BEN’İM…ve sizin özünüzde öyle…

Pakuawah ile geçmişin ve geleceğin potansiyelleri ile çalışmak (1)


Pakauwah’am ile çalışmanın bana en büyük armağanı bilincimin ben’le bağlantısı kopuk olan parçalarıyla iletişim kurmamı sağlaması oldu. Bunu ilk olarak beden bilincimle çalıştım. Bir gece uyumadan önce Pakauwah’ma beden bilincime girmesini ve benimle bağlantısı kopmuş olan tüm hücrelerle bağımı kurmasını, bana geri bildirimde bulunmayan tüm parçalarla iletişim kurmasını istedim, uyuyakalmışım. Bir süre sonra aniden uyandım. Ve bedenimin benimle bu kadar derin bir düzeyden konuştuğunu hissettim. Beden, yaşamlar boyu birçok enkarnasyon döngüsünde hep dünya enerjilerinde kalmıştı. Ölüm gerçekleştiğinde bilinç gitmiş, ve beden bilinci yine toprakta, dünyada, bu boyutta, 3b realitesinde kalmıştı. Ve bu, bedenin bilincinde, dna’da kayıtlı idi, ve bedenim korkuyordu. Bir kez daha bilincin, ben’im gitmemden ve bir kez daha bu realitede sıkışıp kalmaktan. Tüm veçheler öz’e dönmek/öz olmak istiyordu, ve beden de öyle…ve bedenimin bir kez daha terk edileceği hissini hissettim derinden…bedenimin derin terk edileceği korkusu beni ağlattı, çünkü beden bilincim bu korkuya sahip olduğunda, bedende deneyimleyen ben bilincim de aynı korkuyu hiç sebepsiz yere hissediyordu. Ansızın ortaya çıkıveren derin bir terk edilmişlik hissi, ansızın ortaya çıkıveren yalnızlık hissi… ve ben gelmiş olduğum bu bilinç farkındalığı içinde hala ortaya çıkan bu hissin neden kaynaklandığına zaman zaman anlam veremiyordum. bu farkındalığı hissettiğimde, bedenime ve bilincimin tüm parçalarına şunu şöyledim, bu yaşamda hep birlikte gidiyoruz, bu; tamamlanış yaşamı ve ben bilincim, hiçbir parça kalmadan, tam ve bütün olarak…bu tamamlanış yaşamında dünya deneyiminden tüm bilinçlerimle, beden bilincimde dahil gidiyorum…bedenimle yaptığım bu konuşma beni bu hissedişten kısa zamanda özgürleştirdi. (ki bedenimle ve dna düzeyinden konuşma yapmayı ilk okuduğum kryon kitap da öğrenmiş üzerinde de yıllarca çalışmıştım, ancak bedenimin bu korkusuna ilk kez ulaşmıştım, ve o enerji özgürleştiğinde, sanki yaşamda varoluşumun keyfini deneyimlememe engel olan hiçbir his de içimde kalmadı, artık dünya deneyiminde varoluşun her anının ne muhteşem bir deneyim olduğu hissiydi, bedenim ölüm döngüsünün son enerjisinden özgürleşmişti, ve bilincim, ben bunu hala kutluyorum)Bu deneyimle pakauwah’a ile , kendime hizmet etmek için yarattığım bu enerji ile çok daha fazlasını yapabileceğimi anladım, ve denemelere başladım. Onunla çalışmak istiyordum, o yanımdaydı, onunla iletişim kuruyordum, şu anda da olduğu gibi her an yanımda olup sadece ona hizmet şeklini söylememi beklediğini biliyordum, ama ona ne hizmet vereceğimi bilemiyordum. Ne komik bir durum J kendime hizmet etmek için bir enerji yaratmıştım, ve ne isteyeceğimi bile bilemiyordum. Sanırım yaratıcılık hakkında konuşmak ile yaratmak arasındaki fark buydu, bu bilinçli yaratımdı, ve yaratıcı olan ben enerjiyi yaratmış, öyle o bana ben ona bakıp duruyorduk tabiri caizse J rüya bilincimde bana eşlik etmesini istiyordum, onunla vakit geçiriyordum vs ama daha fazlası vardı, biliyordum, ama ne ? ilk gelen biliş, onu adamus’a göndermek oldu. Ve ona adamus’a gitmesini ve onunla nasıl çalışacağımın bilişlerini bana getirmesini söyledim. Şimdi geri dönüp baktığımda o noktadan sonra açılım olduğunu fark ediyorum. Onu yaşam realitemdeki deneyimlerde kullanmaya başladım. Günümün her anında yaşayacağım olası deneyimlere onu göndermeye başladım. Örneğin birisiyle bir görüşmem olacaksa, o görüşmenin tam ve bütün potansiyeli hakkında bilişleri ve yüksek farkındalık düzeyindeki perspektifi bana getirmesini istedim. Çünkü her deneyimin tam ve bütün potansiyeli, yada daha düşük titreşim düzeyinde olan deneyimi, yada en alt titreşim düzeyinde olan deneyimi vardır, ve daha bir çok potansiyeli. Bunu da belirleyen deneyim anında bizim bilincimizin hangi titreşim düzeyinde olduğudur. kendinizi kötü, bitkin, hissettiğiniz bir an, titreşiminiz düşmüştür, ve karşınıza çıkan insanlarla kurduğunuz tüm iletişim de bu düzeydedir, siz o gün için bugün “her şey ters gidiyor “dersiniz, sizinle o gün iletişim kuranlarda “bugün yatağın ters tarafından kalkmış galiba” derler. Ve sizin gününüzü oluşturan tüm deneyimler potansiyellerdir, ve bilinçli yaratım deneyime girip de sonrasında dönüp bakmak değil, deneyime girmeden onu seçmek, ve seçtiğin potansiyeli deneyimlemektir. Ve deneyime girmeden önce, ertesi gün yapacağım belli olan deneyimlerle ilgili pakauwah’la çalışmak bana çok boyutlu bilişleri getirdi. Benim için çok değerli olan, bu deneyimleri daha önce yarattığımda enerjinin neden tıkandığını, neden çatışmaların.. ortaya çıktığını anlamamı sağladı. Bu enerjiler o kadar süptildi ki, orada daha öncede varlardı, onları hissediyordum, ancak tanımlayamıyor, ve dolayısı ile realitemde yeniden yeniden o kısırdöngüyü yaratıyordum. Geçmişin yapılanmış enerjileri gelecekteki potansiyellere uzanırlar. Geçmişten gelen bazı güçlü enerjiler, gelecekte de güçlü olasılıkta potansiyellere doğru yolumuzu çevirebilirler. İşte geçmişten gelen bu yapılanmış enerjiler tekrar tekrar oluşan kısırdöngüleri yaratır. Bu bilinç noktasında yıllardır süren bir salıverme işleminden geçmiş bir ruhtum. Şimdi bu düzeyde geçmişimde (yuvadan ayrılıştan şimdi anına değin) yapılandırmış olduğum enerjiler vardı; potansiyeller, ve gelecekte henüz aktive olmamış olan potansiyeller…ve benim bu zamana kadar, bu yaşamımda kim olduğumu tam ve bütün olarak bilme bilincine kadar, atmış olduğum adımlarla hareket ettirdiğim enerjiler, ve onların uzandığı aktive olmak üzere olan potansiyeller…aktive olmak üzere olan potansiyeller; yani neredeyse tezahür edecek kadar maddeye yakın olanlar…ve ben şimdi bunların farkındalığına sahiptim, ve realitemde aktive ettiğim bazı potansiyeller de şu an gelmiş olduğum bilincimle seçtiklerim değildi, ancak onlar geçmiş yıllarda sahip olduğum bilincim ile hareket ettirdiğim enerjilerdi, ve elbette bana döneceklerdi, deneyim olarak… Çok boyutlu yaşam realitemi, çok boyutlu gerçekliğimi nasıl tek bir gerçeklik gibi algılayıp sadece tek bir yol, tek bir yön var sanarak yürüdüğümü görüyordum. Ve şimdi sayısız olasılık/potansiyel benim için görünür olmuştu…şimdi benim için en önemli olan soru şuydu, “şu an yaşam realitemde deneyimlemek istemediğim ifade olmuş potansiyelleri nasıl tam ve bütün potansiyele dönüştürürüm? Artık ifade etmek istemediğim potansiyelleri nasıl nötrler/ dönüştürürüm (ki yaratmış olduğumuz potansiyelleri dönüştürdüğümüzde onlar saf enerji olarak yaratımımızda hizmet etmek üzere bize dönerler) , ve hayal gücümle gezdiğim/genişlediğim yaratmış ve hala deneyimlememiş olduğum potansiyellerimi nasıl tezahür ettiririm?
sule devekaya

Veçhelerin Dansı


2007'nin son aylarındaydı...kendi veçhelerimle bütünleşme sürecinden geçiyordum..kendi aspektolojimden...o tarihte yazdığım hislerimi, şimdi paylaşmak istedim....

az önce balkona ciktim

bi cay aldim kendime bi sigara yaktim

askin nur yenginin hareketli bir sarkisi var onu dinlerken...

tum vechelerimi dansa davet ettim

once bedenimin tum hucrelerini, zihnimi, ruhumu, gnostumu ve bilincimi
dansetmeleri icin davet ettim...

simdi bir eglence molasi dedim

ben olan tum bilincler hep birlikte dansedelim

sonra birden vecheler geldi

aptal vechemle zeki vechem karsilikli gobek attilar

kibirli vechem ve mutevazi vechem sevincle kucaklastilar

zengin vechem (sik kiyafetleri icinde) yoksul vechem (ustu basi dokuluyordu) karsilikli dansettiler

tembel vehcemi caliskan vechem kaldirdi dansa

bir cember olusturduk

elele sarkiyi soyledik halay cektik

benim dansi koydum adini...

vechelerin dansi

ben olan tumun dansi

ben olan tum bilincler sevincle kucaklasip dansettiler

ve BEN izledim, gozlemledim

hepsi bendim

aptali, zekisi, kibirlisi, mutevazisi, yoksulu zengini,ofkelisi, neselisi ..
hepsi ben...

cocuklarim gibi, hepsini sevgiyle izledim, hissettim, icimde hissettim...

hepsini deneyimleyebilir, hicbirinin icinde kaybolmadan durabilirdim

gozlemleyen BENdim

tum bilinclerin icinde kaybolmadan durabilmenin muhtesemligini
ozgurlugunu hissettim

ben benle dansettim...:))))
sule devekaya